Cenevre Ankara’yı nasıl etkiler?
18 Eylül 2013Cenevre’deki görüşmelerde, ABD ve Rusya Suriye’deki kimyasal silahların imhası konusunda uzlaştı. Şam yönetiminin sahip olduğu kimyasal silahları açıklamak için bir haftası, imha etmek içinse 2014 ortasına kadar vakti bulunuyor. Suriye ayrıca, kimyasal silahları yasaklayan konvansiyona katılma kararı da aldı.
Peki, tüm bu gelişmeler Suriye’deki olayların başlangıcından beri Esad rejimine karşı politika güden Ankara için ne anlama geliyor? Ekonomi ve Dış Politika Merkezi’nden (EDAM) Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet K. Han ve Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hakan Yılmaz DW’nin sorularını cevaplandırdı:
DW: Cenevre’de alınan karar bir çözüm mü, yoksa sorun ötelendi mi?
Ahmet Han: Kimyasal silahlar ve ABD, İsrail başta olmak üzere kimi devletlerin bunlara bağlı güvenlik kaygıları bakımından büyük ölçüde bir çözüm. Ancak meselenin genelinde, Suriye'deki iç savaşın çözümü bu değil. Nihayetinde savaşın şiddeti ve gidişatı kimyasal silahlarla belirlenmedi bu ana kadar.
DW: Bu karar ne anlama geliyor?
Ahmet Han: Şam rejimi ile bu anlaşmaya varılması rejimle köprülerin atıldığı anlamına gelmiyor. Aksine Suriye uluslararası topluma bir nevi katılmış oluyor ve Şam rejiminin Suriye'nin hâkim iktidarı olduğu da teyit ediliyor. Tersten bakarsanız bu bir anlamda “recognition” (tasdik etme/tanıma) olarak bile nitelenebilir. Nihayetinde Suriye kendisinin uluslararası toplumdan dışlanmasına yol açan önemli bir engeli CWC (Kimyasal Silahlar Konvansiyonu) imzacısı olmayan 7 devletten biri olma lekesini, Esad yönetimi vasıtasıyla üzerinden attı. Böylelikle, bir bakıma Şam yönetiminin sözleri de tekrar muteber oldu. Zira neticede bu anlaşmaya imza verecek olan da Şam yönetimi, sözünü tutup tutmamasıyla "sorumlu" kabul edilen de Şam yönetimi. Nihayetinde her sorumluluk, bir yetkiyi ve yetkinliği de tanımayı getirir. Burada Şam yönetimi birden gitti-gidiyor olmaktan, ABD'nin dolaylı, BM ve uluslararası toplumun doğrudan muhatabı oldu. Bir yandan da Ruslar adına çok zarif ve akılcı bir diplomatik manevra oldu.
DW: Askerî operasyon seçeneğinin ortadan kalkması Türkiye'yi nasıl etkiler?
Ahmet Han: Türkiye açısından olumlu bir gelişme, ancak Türk dış politikasının bugünkü çizgisiyle karşılaştırıldığında sorunların halledildiği anlamına gelmiyor. Zaten Başbakan ve Dışişleri Bakanı da bu yönde açıklamalar yaptılar. Bu Türkiye açısından biraz "yetmez ama evet."
DW: Türkiye'nin rejimle tüm köprüleri atması nasıl sonuç doğurabilir?
Hakan Yılmaz: Esad rejiminin, Esad'sız da olsa, Suriye'nin tümünde değil, sadece bir kısmında da olsa iktidarda kalması, Türkiye için yanı başında yeni bir "düşman komşu"nun ortaya çıkması anlamına gelecektir. Türkiye, tarihi boyunca çoğu kez kendi açmazları ve hataları yüzünden, etrafında "düşman komşular" yaratagelmiştir. Yunanistan ile başlayan bu süreç, Bulgaristan ile devam etmiş, 1974'ten sonra buna Kıbrıs eklenmiş, Ermenistan'ın bağımsızlığından sonra da Ermenistan bir "düşman komşu" haline gelmiştir. İran, hem Şah rejimi zamanında, hem de devrimden sonra dostluk ve düşmanlık arasında salınmıştır. Keza Irak da aynı durumda. Türkiye'nin, özellikle Arap Baharı'ndan sonra kendisini Şii karşıtı ve Sünni yanlısı bölgesel politikalara fazla angaje etmesi, hem İran ile hem de Irak'ın Şii hükümeti ile ilişkilerini gerginleştirdi. Suriye iç savaşı başlar başlamaz izlenen politikaların neticesinde, Suriye'de de en az bir (Esad rejiminin devamı), belki de üç (Esad rejiminin devamı, Kuzey'deki Kürt entitesi, diğer yerlerdeki Selefi-Kaideci emirlikler) "düşman komşu" yaratılacak gibi görünmekte. "Düşman komşu" yarattığınız vakit, komşunu, kendi güvenliği için, sizinle derdi olan bir bölgesel veya küresel gücün himayesini arar ve tipik olarak eline geçirdiği her uluslararası konumu size saldırmak, sizi zayıflatmak, sizinle uğraşmak için kullanır. Düşman komşu haline gelmiş bir Suriye'nin de aynen böyle davranacağını bekleyebiliriz.
DW: Türkiye'nin Esad'ın gitmesi yönünde uyguladığı politika doğru muydu?
Ahmet Han: Türkiye'nin en önemli artısı tüm taraflarla konuşabilmesiydi. Bunun kaybına ve geçirgen bir sınıra yol açtığı ölçüde ve derinlikte Suriye politikasının da 'başarılı" olduğunu söylemek zor.
DW: Türkiye'nin dış politikada yalnızlaştığı eleştirilerine atfen dile getirilen "değerli yalnızlık" sözünün literatürde bir karşılığı var mı? Buradan "uzun vadeli yatırım" mı anlamalıyız?
Ahmet Han: Literatürde en yakın kavram, İngiliz İmparatorluğu'nun "splendid isolation" (Muhteşem Tecrit) kavramı. Pratikte ise hiç kuşku yok, bir "yatırım" kaygısını da içeren ancak temel vurgusu bu sıralar dış politikaya damgasını vuran "İslamî ve insani" hassasiyetlere vurgu yapan, ahlakçı, istisnacı ve münhasır, moral bakımından üstün bir duruşu vurgulamak ve anlatmak için yapılmış bir yorum bu. Dikkat edilmesi gereken yatırımın kime, niye ve hangi vadede yapıldığı; isabet olsa gerek!
DW: Türkiye'nin Ortadoğu'daki etkisi azalıyor mu, yoksa bu en başından beri bir mit miydi?
Ahmet Han: Türkiye Ortadoğu’da hiç bir zaman iddia edildiği kadar etkili ve etkin olmadı. İmaj dönüşümünü sağlam, sürdürülebilir ve tutum değişikliği yaratacak etkiye tercümede acele etmemek, bu değerlendirmeye varırken dikkat etmek lâzım. Aslında iç ve dış kamuoyunun beklentilerini fazlaca yükseltmekten doğan bir hayal kırıklığı da var.
Hakan Yılmaz: Türkiye'nin Ortadoğu'daki etkisinin en önemli belirleyicisi "Müslüman, laik, Batılı" karakteri ve bu karakterden neşet eden "yumuşak gücü" oldu. Bu yumuşak güç, bir yandan ticaret şeklinde kendini gösterirken, öte yandan Türkiye'deki sosyal hayatın sokaktaki Araplar için "cazibesi" şeklini alıyordu. Türkiye'yi daha fazla dinselleştirmenin, muhafazakârlaştırmanın sokaktaki Araplar nezdinde hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Daha fazla dinsellik isteyen bir Arap neden Türkiye'ye baksın ki? Zaten kendi ülkesinde veya yanı başındaki bir başka Arap ülkesinde yeterince dinsellik bulabilir. Türkiye'nin Arap dünyasındaki “satarı”, marka değeri, dinselliğin laik ve Batılı bir hayat tarafından dengelenmiş olmasıdır. Bu denge ve bu dengeye oturan sosyal-kültürel-siyasal hayat korunduğu müddetçe, Türkiye yumuşak gücünü sürdürür; bu denge dinsellik lehine bozuldukça da Türkiye'nin yumuşak gücü erir.
DW: Dışişleri, Suriye konusunda söylem değişikliğine gidiyor mu?
Ahmet Han: Bir manevra çabası var, zira kamuoyunu ikna etmesi mümkün olmadı. Ortadoğu'daki rahatsızlık ve kaygılar bakımından çok geç olmasından korkarım.
Hakan Yılmaz: Dışişlerinin Suriye söylemi zaten gelişen olaylar tarafından by-pass edildi; Türkiye, 900 km sınırı olan, kendisine 500 bin mülteci göndermiş bir komşu ülkenin kaderinin tartışıldığı uluslararası diplomasi ortamında, ne yazık ki ikincil konuma itildi. Dolayısıyla, söylemi devam ettirse de, gitgide iç piyasaya yönelik ve gerçek diplomaside etkisi kalmamış bir söylem olmaktan öteye gitmeyecek. Öte yandan, bunca siyasi-kişisel yatırım yapılmış bir söylemden dönüş yapılmasının kolay olmayacağı, maliyetli olacağı da aşikâr.
©Deutsche Welle Türkçe
Söyleşi: Canberk Beygova
Editör: Başak Özay