AKP’yi kapatmak çözüm değil!
15 Mart 2008Türkiye Cumhuriyeti tarihi, siyasi parti kapatma örnekleriyle dolu. Ordunun etkisiyle hazırlanan 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girmesi Ankara’yı adeta bir siyasi partiler mezarlığına çevirdi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebiyle Anayasa Mahkemesi tarafından açılan kapatma davalarından en başta Kürtçü ve dinci partiler nasibini aldı; bu partilerin yöneticilerine siyaset yasağı getirildi.
Merkez partilerin aczi
Ancak demokrasi, kapatılan partilerin başka isimler altında da olsa aynı hedef ve programlarla yeniden kurulabilmesi için imkanlar sundu. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin siyasi öncülerinden Necmettin Erbakan’ın genel başkanlığını yaptığı tam 4 parti kapatıldı; Erbakan, 1997’de generallerin post-modern müdahalesi sonrasında başbakanlık koltuğunu terk etmek zorunda kaldı. Buna rağmen bir zamanlar Erbakan ile aynı siyasi akımdan gelen Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan devletin en üst kademelerine yükselmeyi başardılar. Parti kapatmaların yanı sıra yüzde 10’luk seçim barajıyla da yüz yüze kalan Kürt hareketi, günümüzde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan 4. parti konumunda.
Kaydedilen gelişmede, soldan ve sağdan merkez partilerin başarısızlığı büyük rol oynuyor. Demokratik alternatifler geliştirme ve ülkenin çözüm bekleyen ivedi sorunlarıyla ilgilenmek yerine, kişisel çekişmeleri yeğleyen anlayış, merkez partilerin giderek daha hızlı erimesinin önünü açtı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 22 Temmuz genel seçimlerinde oyların neredeyse yarısını toplayabilmesi ve tek başına iktidara yerleşmesi de işte bu sürecin bir sonucudur.
Erdoğan’ın hatası
Gelinen noktada Erdoğan’ın hatası, iktidarı hangi şart altında olursa olsun güvencede görmesi ve bir takım kararlar alırken, devlet ve toplumun hassasiyetlerini yalnızca dar bir çerçeveden algılaması oldu. Modern ve çağdaş yaşam, sözkonusu hassasiyetlerden; kamu kuruluşlarına çarşaf ya da türbanla girilemeyeceği veya en üst seviyeden belediyelere kadar devletin her biriminden tarikat ve dini cemaat liderlerin etkisinin uzak tutulması ilkesi de bu hassasiyetler arasında yer alıyor. Türkler’in en büyük korkularından biri, İran ya da Suudi Arabistan gibi İslam hukukunun egemen olduğu bir ülkeye dönüşmek. Erdoğan ve arkadaşları, demokratik özgürlüklerden istifade ederek gerçekte demokrasinin altını oyup zayıf düşürmekle itham ediliyorlar. Erdoğan’ın kritik kararlarda zaman zaman dini cemaat önderlerine başvurmaktan kaçınmaması, bu suçlamalara haklılık payı kazandırıyor.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılmasının yanı sıra, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan dahil 71 siyasetçiye yasak getirilmesini talep ediyor. Gül, Çankaya Köşküne geçtikten sonra partisinden istifa edip partiler üstü, tarafsız bir çizgi izleme yemini etmesine rağmen tarafsız davranmadı; Adalet ve Kalkınma Partisi anayasa ve yasaları değiştirirken Gül bu sürecin önemli bir parçası oldu.
Anayasa Mahkemesi yargıçlarının zor kararı
Şimdi Türk kamu hukukunun en tepesindeki 11 hakimin önünde zor bir karar duruyor. Ya Başsavcılığın kapatma davasını işleme koyup belki de kapatmayla sonuçlanabilecek bir yargı sürecini başlatacaklar ya da kapatma talebini reddecekler. Yasaklama kararının reddi, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni daha da güçlendirecektir; İslamcı güçler, demokratik temel ilkeleri yıpratmaya ve marjinalleştirmeye devam edecektir. Bunu yaparken de kimi zaman Batı’nın desteğinden, Avrupalıların bazı noktalara göz yummalarından istifade edecekler. Buna karşılık Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması Türk halkının artık bir refleksi haline gelen yeni bir tabela altında aynı hedeflerle bir başka parti kurulması geleneğini canlandıracaktır.